M U K A D D İ M E

Yüz yıl öncesine kadar seyyahların hayallerini süsleyen Amasya’nın, resmedilecek kadar güzel ve ‘Ön Asya’nın en romantik şehri olduğu düşünülürdü. Derin bir vadi içersinde akan Yeşilırmağın bereketlendirdiği bahçeleriyle ‘Anadolu’nun Bağdat’ı, medrese ve talebelerinin bolluğu ile de Oxford’u olarak kıyaslanan şehrin hakkında bugün, geniş bir fikre sahip olmayan bir yabancı, Amasya sokaklarında dolaşırken, eskiyi şöyle böyle muhafaza etmiş olan başka şehirlerle yine birtakım benzerlikler kurabilir. Şüphesiz burada ilk göze çarpan Kaya mezarları ve Yeşilırmak boyunca sıralanan evler olacaktır. Ortam elverişliyse, mahiyetini hiç de kavrayamayacağı bir halde bunlardan etkilenmeye de başlar. Nefes nefese Kızlar Sarayına tırmanıp şehre biraz yukarıdan baktığında ise, iki devasa kaya kütlesi arasına sıkışmış vaziyette yer alan binaların biraz da sıkıntı veren görünüşüyle belki önce biraz hayal kırıklığına uğrayabilir. Ama bunun peşinden, benliğini tarifi zor bir ruh halinin kaplamaya başladığını da kesinlikle hissedecektir.

Bu şehirde, insanların yok etmeye çabalayıp da bir türlü başaramadığı bir şeyler vardır sanki. Onlara aslında zamanın karşı konulamaz tahrip gücüne sel, taşkın ve deprem gibi felaketlerin de eşlik etmesine rağmen, aradığı cevap, sanki bir sokak arasında karşısına birden bire çıkan ve adeta üzerine çökecekmişçesine endişelendiren bir evin mahrem dünyasında saklıdır. Zihnine meczubane bir çağrışımla, bu insanların bu gün için sadece muhal olan o geçmiş zaman evliyalarının torunları olup olmadığı düşüncesi gelir. Şehrin muhtelif yerlerinde, genellikle cami hazirelerinde ya da içlerindeki bir bölümde yer alan kabirlerin sahipleri çok defa Allah yolunun yolcuları olarak Amasya’da yaşamışlardır. Burada zamanın adeta kesintisiz şekilde bir bütün olarak yaşandığı gibi olağanüstü bir duyguya kapılmak biraz da ürkütücüdür. gibi siz de, gÇünkü o yabancıözlerinizi hangi yöne çevirseniz, Kral Kaya mezarları’ndan Selçuklu yapılarına, Beyliklerden Osmanlı dönemi eserlerine olmak üzere hayata bakışınızı zenginleştiren bir tarih şuurunun geliştiği bir idrak oluşumu içine girersiniz. Heyecanlandırıcı, aslında biraz da rahatsız edici, sizi bilinmeyenin o tedirgin edici alanına dahil eden bu farkında olma hali ile bir dokunulmaza yaklaşmakta olduğunuzu hissedersiniz. Ne kadar önce çekilmiş olduğunu kestiremediğiniz o siyah beyaz fotoğrafların uyandırdığı nostalji ile artık geçmişi de içine alan bir zaman duygusu benliğinize hakim olmuştur. Asırlarca mutlak gücün hayallerini gerçekleştirme mekanıdır sanki hep bir inci gerdanlığa benzetilen Yeşilırmak çevresi. Bu dar vadide tabloyu renklendiren su değirmenlerinin yeşerttiği bahçelerle beyaz badanalı kerpiç evlerin arasında yükselen minareleriyle şehrin camileri adeta hayatın miğferini oluşturur. Namaz vakti öncesi avludaki şadırvanın çevresinde toplanan insanların abdest alarak sohbetlerde bulunurken Dünya sıkıntılarından uzaklaşarak iç huzurunu yaşadıkları bir gerçektir. Onların artık hayatı için bir mana arayışının çok gerilerde kaldığı, geçmişin üzüntüleri ve geleceğin endişelerinden uzak tamamen içinde bulundukları anın uşağı oldukları bir dönemi idrak ettikleri kabul edilebilir. caminin ahBir masalın kahramanları gibi su şakırtılarına karışan hayat hikayeleri olağanüstü ayrıntıları barındıran zengin ipuçlarıyla tarihin sırlı sahifeleri arasına gizlenmiştir. İnanılmazlıklar burada doğal karşılanmakta, kerametler kendilerini sahiplerinin vefatından sonra dahi göstermekte, zihin çelici bu ışıltı nesillerden nesillere bir emanet gibi devredilmektedir. ‘Bağ-ı İrem misal’şap kapı kanatları üzerine ruhunu nakşeden neccarın Faustvari bir eda ile, zamana, ‘dur!.. O kadar güzelsin ki!’ demediği, bunu aklına bile getirmediği muhakkak. Ya da hattatın padişahın şükrün nişanesi olarak inşaını emrettiği külliyenin medresesinde kitap sahifeleri içindeki daraceğri büğrü harflerin arasına gizlediği ilahi bilginin hangi fani kulun nasibi olacağını düşünmediği de kesin. Belki de ömrünün son günlerini geçirmekte olan ihtiyarın ağaç dikerken, meyvesini aklına bile getirmeyişindeki diğergamlıkla, dervişin tekkenin o dış dünyaya kapalıık çile odasındaki inziva günlerinden sonra ulaşmış olduğu hal arasında kopmaz bağın mevcudiyeti hayata bakışın özünü ele verir. Bir vakitler şehre su getiren bu yerde Harkanalların insan iradesinin gücünü sembolize eden gerçeklikten sonu hüsranla biten bir aşk hikayesine dönüştüğüşena Dağından aşağılara doğru inen sislerin her yeri sarıp kasvetli bir havaya soktuğu görülür adeta. İçinde toplum işleri yoluna koyulurken ezan vakitlerinde bütün dünya meşgalesinin terk edildiği mabede dönüşen minaresiz mekanlar hep güçlü bir istikamet duygusuna işaret eder. Cami içersinde erimek, mümkün olmazsa, fani bedenini ibadethanenin dış duvarına irtibatlı bir türbede ebedi istirahate terk etmek, emir ya da dilenci, her ölümlü için vazgeçilmez bir arzuya dönüşmüştür. Oysa bir ana kucağı gibidir Amasya, iştiyakla ruhunu teslim etmek isteyen evliyayı da basar bağrına havf ve reca arasında gidip gelen müridi de. Nice yolcular gelip geçmiştir hanlardan, tekkelerden, tabhanelerden sırra mazhar olsun ya da olmasın. Kimi sahipsiz görünse de, sahip çıkmıştır kimilerine konak sahibi paşalar, beyler. Belli ki, sır olan bu yolcuların kabirlerinin ayak ucunda bir yer bulmak için. Sanki ruhların haşredek bekleyişinde Allah’ın nuru ile bakan sevgiliye hasret bir esinti vardır havada uyku ile uyanıklık arası. Ezanlar bir başka davet eder kulları özgürlüğe minare şerefelerinden, ‘geliniz, burada istediğiniz kadar kalınız’, dercesine. Cehennem ateşte yanmak değildir, sadece O’ndan uzak olmaktır. Cennet huriler ve gılmanlar değildir, Sevgili’ye yakın olmaktır. Gözlerdeki yaşlar, O’na kavuşmanın eseridir. Gözlerdeki yaşlar, Sevgili’den uzak olmanın eseridir. Tesbih taneleri adedince zikredilen lafız dudaklardan kalbe geçer, her soluk alışta ruh aslına bürünür, arınır kirlerden nefis, O gelir, ve gider nefis. ile kendisini istemeseler de topraHatuniye ile çınar ağaçlarının koyu gölgesindeki Saraçhane bakışırlar iki aşık gibi Yeşilırmağın üzerinden asırlarca. Darü’l hadisin mekanı Sofular yokuşun başındaki halvet der encümen olan Yakup Çelebi’ye hasretin en güçlüsünü yaşar yüzlerce yıl aralıksız. Bektaşi Babasığı çeken Halidi şeyhi arasında mesafe yoktur Amasya’da, ‘Şerefü’l mekan bi’l mekin’ sözü gereğince. Şehre insanları teshir eden mistik hüviyetini kazandıran hep bu kıymet bilir paşalar, müridinden fazla çalışan mürşidler, tarikatı bir kemale erme yolu olarak seçmiş müridlerdir …

Kısacası fani kulların amel defterleri kapanmamıştır bu masalda hayrın devamına vesile olan camilerin, medreselerin, köprülerin olduğu sürece. Kunç Köprünün başındaki taşa işlenmiş vakfiye silinmeye yüz tutsada zamanla, Amasyalının hafızasında yer etmiştir evliyanın hikayesi silinmezcesine. Buralı bilir ceddinin kim olduğunu ve kendisinin nereden geldiğini. Bazan çatık bazan dalgın bakışlarında bir özlem duygusunu sezmek mümkündür şehri yapan atalarının günlerine, geri gelmeyeceğini kabul etse de. Çocuklara İlyas, İsmail, Ahmet, Ali isimleri verildiği sürece, şehrin evliyaları bu isimlerde yaşayacaktır, çocuklar büyüdüğünde pir olmasa da, hafız olmasa da.

Hiç yorum yok: