Merzifonlu Ebu Muhammed Bayram Efendi’nin oğlu Mustafa Akif 1686 yılında Amasya’da dünyaya gelir.İlim ehli bir âileye mensûb olan Mustafa Akif Efendi, küçük yaşta öğrenimine başlar. Zamanının ileri gelen alimlerinden akli ve naklî ilimleri tahsîl eder. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Remzi el-Kayseri ilim tahsil ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim merkezlerini gezer. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini öğrenir. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadîs-i şerîf kitaplarını okur. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf
okutmakla ilgili icazet verir.
Üç defâ hacca giden Mustafa Âkif Efendi, orada çeşitli İslâm memleketlerinden gelen âlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulunur. Aklî ve naklî ilimlerde derinleştikten sonra memleketi olan Amasya'ya döner. Sultan Beyazîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okutur ve talebe yetiştirir. Daha sonra uzun müddet Amasya Müftisi olarak vazîfe yapar. Yaşlanınca müftîlikten ayrılır. İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle, Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini gönderir. Ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden Mustafa Âkif Efendi, kendini tamamen ilim ve ibâdete verir. Tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerler. Onda mânevî haller ve kerâmetler görülür. İnsanlar ona, gördükleri bu haller sebebiyle deli ve mecnûn gözüyle bakmaya başlar. Gece ve gündüzünü ilme ve ibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve araştırmalarda bulunur. Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zâtın, gözlerinin bozulmaması için çalıştığı odaya birçok lamba koyduğu anlatılır.
Tıb, astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibi olan Akif Efendi, Tıb ilminin gereklerine dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarına çeşitli ilaçlar yaparak bunları tatbik ederdi. Bunun için evinin üstünde bir oda yaptırmıştı. Burada oturur, bedenen sıhhatli olmak için oraya hızlı iner çıkardı. Bahçede gidip gelerek hareketli olmaya çalışırdı. Bu bahçede talebelere ders okuturdu. Yanında çok sayıda talebe bulunmasını istemezdi. Eğer talebelere ders vermesi gerekirse ancak dört veya beş talebeye ders verirdi. Bir kişi fazla olsa, onu kabûl etmezdi. Eğer azıcık müsâde etse etrâfını talebelerin saracağını iyi bilirdi.
Mustafa Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfet giyinmezdi. Bâzan ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerine âit elbise giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla hareket ederdi.Kendisi cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar, memleketin ileri gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkın ileri gelenlerini dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi. Vâliyi saygı ile karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfeha ettikten sonra; "Siz sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygı gerekir." derdi. Kendisi fakir olmasına rağmen Allahü teâlânın ihsân ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyaz bir kese asar, kesenin içine altın ve gümüş paralar doldururdu. Onun cömert ve ihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler, yolu üzerine sıra olurlardı.Kesede bulunan altın veya gümüş paraları fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine fark ettirmeden dağıtırdı. Bâzan da kesedeki para bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzan fakirler onun üzerine fazlaca yüklendiği zaman, keseyi bırakarak hızlıca evine giderdi. Sonra fakirler kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasına rağmen bu âdetini hemen hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâline şaşarlardı. Halbuki Allahü teâlâ’nın pek çok velîsine olduğu gibi, Mustafa Âkif Efendiye de keramet olarak bu malları ihsan etmiş olduğuna inanılırdı.
Mustafa Âkif Efendi, pek çok ilmî araştırmaları olan bir zâttı. Amasya kütüphânelerindeki kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplara rakamlar şerhler koyar, fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple ve ta'lik hattıyla yazardı. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgi sâhibiydi. Hey'et, astronomi ve hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sâhibiydi. Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürû kısımlarında yüksek âlimdi. Hattâ onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur. Edebiyâtta Anadolu'daki Arapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı. Arapça Kaside-i Mimiyyesi ve Kaside-i Ayniyye’si vardı.
İlmiyle amil, fazilet sahibi bir veli idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173) senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'da vefât etti. Amasya surunun dışında, Musalla yolundaki kabristanın kıble tarafında defnedildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder